Türk Okçuluğu

12 Eylül 2009 Cumartesi

Yay Yapımında Dört Yıl




KEMANGER ADAYLIĞIMDA DÖRT YILIN MUHASEBESİ

İstanbul Askeri Müzesinde türk yaylarını ve yayların nasıl kurulduğunu gösteren şemayı görüp hayrete düşmemden ve yayları tekrar yapmak için kendime vazife çıkarmamdan bu yana tam dört yıl geçti. Aslında İzmir’ li güzel insan Cem Dönmez’ in benden önce bu işe başlamış ve yol almış olduğunu hatta dünyada bu işi en iyi bildiğini düşündüğümüz Adam K. İle de görüşerek teknik destek aldığını bilseydim kendime daha başka vazifeler çıkarmayı tercih ederdim. Ne seçersek seçeyim benim için daha kolay olacağı kanaatindeyim. Cem Dönmez' in de dediği gibi bu iş pek akıllı işi değildi.
Öncelikle hızlı bir internet araştırmasına girdim. Baktım ki türk yayları ile Türkler dışında herkes ilgileniyor. Bu işin uzmanı gözüyle bakılan insanlar Macar veya Kanadalı. Yayımızın fan kulüpleri, forumları mevcut. Hatta Amerika’da türk yayları ile müsabaka yapılıyor. Yaklaşık otuz civarında kişi yay yapıyor bir o kadar da yapmayı düşünen var. Polanya’ dan bir site türk tipi tirkeş ve sadak yapımını gösteriyor. Sonuçta sadece yay yapmaya değil unutulmuş kültürü canlandırmak için kendimi adamaya karar verdim.
En fazla faydalandığım site ATARN oldu. Sitenin kurucusunun giriş sayfasında Türkçe olarak da yazmış olması çok hoştu. Bir yandan hayatımda hiç görmemiş olduğum akçaağaçın ne menem bir şey olduğunu araştırırken bir yandan da sitede akasyanın da kullanılabildiğini öğrendiğimde hemen bir yerden kuru akasya bulup biçtirip çalışmaya da başlamıştım.Bir yandan yurdışına kaynak şiparişi veriyor bir yandan yerli kaynak arıyordum. Ne yazıkki bu konuda bulabildiğim ilk yerli kaynakta yay yapımı ATARN daki bilgilerle kıyaslanınca tam bir hurafe görüntüsü çiziyordu. Bu arada yabancı bir sitede Ünsal Yücel in yazmış olduğu bir kitap olduğunu birazda hayretle öğreniyor ve kitabı temin ederek Türkiye de yazılmış en ciddi bilgiye ulaşıyordum.
Ama kitaptaki bilginin yetersizliği nedeniyle ilk yayın kabzasını üçgen geçme yerine ATARN daki birçoğunun yaptığı gibi üstten yapıştırma yapmıştım. Kasanı 2 cm kalınlığında bükemeyip kırdığımdan 6 mm lik lamine yapıp yay çatkısını hazırladım.
akasya sal, dişbudak kabza, akasya lamine kasanlar
Bu işleri yaparken muayenehanemin arka odasındaki ağaç oyma atölyem ile basit marangozluk bilgim bana çok yardımcı oluyordu. Boynuzla çalışmayı öğrenmek için Sivas a gittim. Yay yapımına başlayacağımı duyan hemen herkes bir şekilde köstek olmaya çalışıyordu. Ama yılmadım. Dil döktüm ikna ettim Sivas tan boynuz işleme hakkında ilk bilgilerle döndüm.Bir gün kardeşim Niksar’dan bir çift harika boynuzla geldi. Onları ATARN dan öğrendiğim şekilde biçip hazırladım. Balık tutkalım olmadığından boncuk tutkal ile yapıştırdım. Elimdeki bir tokmağı tencek haline getirip kullanmıştım. Şimdi hatırladıkça gülüyorum.

Yayın ilk kat sinirini Amerikan yerlilerinin kullandığı tuğla yöntemi ile döşedim. Çünkü o ana dek TBB ni tek bir cildi elimde idi ve sadece o yöntemi biliyordum. Bu sırada yine yabancı bir sitede Murat Özveri ye rastladım ve hemen ulaştım. Ordan Cem Dönmez i ve diğer geleneksel meraklısı insanları öğrendim. Ne mutlu idi ki benden başka insanlar da bu işe merak salmışlardı. Konuyla ilgili hayli bilgisi olan Murat Özveri bana ısrarla basit ahşap yay yapmaktan başlamamı tavsiye ederken ben yayımın üçüncü kat sinirini vuruyordum. Daha sonra Cem Dönmez e ulaştım. Cem benden hayli ilerde idi. Kalın ağaçları bükebiliyor balık tutkalı kullanıyor ve Adam K. İle bilgi alışverişinde bulunuyordu. Bana yayın ahşap çatkısının nasıl yapılacağına dair ilk resimleri gönderdiğinde ben de ilk yayım olan “Tokat Sonbaharı”nı bitirmiş ve kabzanın nasıl yapılacağını geç te olsa öğrenmiştim. Yayımın resimlerini M.Özveri’ ye yolladığımda artık bana basit ahşap yay yapmamı değil biran önce türk yayı yapmaya başlamamı tavsiye etmişti.
İlk yayı tamamen meraktan iki aylık bir halka süresinden sonra asa gezine aldım. Başlar sürekli burkularak bana çok zorluk çıkardılar. ATARN dan öğrendiğim üzere ısıtıp tekrar tekrar kalıba alarak bu zorluğu yendiğimde bu kez de boynuzların biri attı. Sonradan Kani Efendinin risalesini okuduğumda bu olayın bir kemanger için utanılacak bir şey olduğunu öğrenecektim. Ama ilk yayı alıştırmaya çalıştığım zaman bunu bilmiyordum ancak canım çok sıkılmıştı. Boynuzları tekrar yapıştırıp onarılmış eski bir yayda gördüğüm şekilde sinirlerle sardım. Bu kez olmuştu. Kollar şimdiki yaylarıma kıyasla biraz asimetrik, kabza kütük kalınlığında kasan açısı çok fazla ve sallar kabzadan hemen sonra bükülüyordu ama buna rağmen yay çalışıyordu. Bu işler sırasında büyük bir heyecan ve şevkle her gelişmeyi üye olduğum kemankeşlerin ortak sitesine atıyordum. Okum olmadığı için Hüseyin Madenli’nin bana ok yolladığını hiç unutmam. Yay benim için çok kuvvetliydi. Yanlış hatırlamıyorsam 30 kg kadar çekiş kuvveti vardı. Tam çekemediğimizden 17 g okları 180 metre civarına atabiliyorduk. Daha bilek siperi endamlı oklar ve daha hızlı yaylar yapmalı sadak ve tirkeş imal etmeliydik. Çok işimiz vardı.
Bir gün internet aracılığıyla tanıştığımız Metin Hoca (Metin Orhan) ziyaretime gelerek beni çok sevindirdi.Hatta gelirken Ünsal Yücel in kitabını da hediye getirmişti. Metin Bey daha sonra tekrar gelecekti ve beraber Çamlıbel de belki de yüzyıllar sonra ilk menzil atışlarını yapacaktık.

Akçaağaç ile tanışmamız bile bir hikayedir. Parklarda Akçaağaç denilen bir ağaç olduğunu biliyordum. Ancak bu ağaç bizim kullanacağımız ağaçtan farklı olarak “dişbudak yapraklı Akçaağaç” olarak adlandırılıyordu. Bana ise “acer field” denilen Türkçede “dağ akçası” denilen ağaç lazımdı. Görüştüğüm orman mühendisleri yardımcı olamadılar. Çünkü ağacın kesimi yapılmıyordu. Bir gün köy kökenli bir tanıdığa parktaki dişbudak yapraklıyı göstererek “bu ne ağacı” diye sorduğumda tohumlarına bakarak “tarak ağacı” dedi. Ve köylerinde yapraklarının farklı olmasına rağmen tohumlarının benzer olanından olduğunu, ağacın sap yapımında kullanılan esnek ve sıkı bir odununun olduğunu anlattı. Çok heyecanlanmıştım. Acaba aradığımız Akçaağaç o muydu? Kendisinden rica ettim. Birkaç gün sonra ağaç geldi. Yaprakları üzerindeydi. ilginç bir şekilde gösterdiğim orman mühendisi yine tam bir şey söylüyemiyordu. Gerek Avusturalya dan getirttiğim bir kitaptan gerekse internetten indirdiğim resimlerden ağacın doğru ağaç olduğuna karar verdim. Ve yeni yaylar için kullanmaya başladım.



Tokat müzesinde meremmetli bir tirkeş yayı vardı. Müzeden yayın bulunduğu dolabın temizleneceği zamanı öğrenip tekrar gittim.Yayı elime aldığımda nasıl bir keyif aldığımı anlatamam. Kabza huş ağacı kabuğuyla kaplanmıştı. Kabzasının kibarlığı yanında benim yaptığım yay kabzası adeta bir topuz görünümündeydi. Olsundu. Savaşta oklar bitince adunun kafasına indirip patlatabilecek yay ve topuz karışımı yeni bir silah geliştirmiştim.
Bir işi ustasız öğrenmek ne kadar zormuş. Ağaçları kaynatarak bükmeye çalışırken kırıyordum. En büyük sıkıntıyı burada çektim. 1.5 cm üzerindeki kalınlıkları bükemiyordum. Bu nedenle ikinci yayımın da kasanını lamine yaptım. Cem in anlattığı teknik çok uzun sürdüğü için bana uygun değildi. Kendisinin de tekniğini geliştirmesi 5 ay sürmüştü. Başka şeyler bulmalıydım. Bir marangoz arkadaşım günümüzde bu iş buhar makinaları olduğunu söylediğinde bu konuda araştırma yapmaya başladım. İnternetten ağaç bükme dersi veren iki hoca bularak kendilerinden yardım istedim. Hocalardan birisi artık çok aşina olduğum bir şekilde gayet ekabir ve engelleyici davrandı. İ.Ü.Orman Fakültesinden Prof Dr.Nusret As bey ise gayet nazik ve ilgili idi. İnternetteki kayıtları inceleyerek basit bir buhar aparatı yaptım. Sonuç şaşılacak derecede başarılı olmuştu. Sevincimi Nusret beyefendi ile paylaşmıştım. Yay yapımı devam ettiğinden kızağa koyduğum 2. ve 3. yaylar da lamine kasanlı olmuşlardı. Bu yaylardan “Koreli adını verdiğim yayı asa gezinde 60. santimde bırakıp gitmiş ve ertesi gün atölyeye girdiğimde kırılmış olduğunu görmüştüm. Bu da bana bir yayın ısı değişimlerine karşı ne kadar hassas olduğunu acı bir şekilde öğretmiştir.


Günler geçiyor ve ben çalışmalarımın tüm sonucunu Kemankeş grubu ile paylaşıyordum. Murat Özveri döküman, Erhan Kaskaya deri gönderiyor, Yılmaz Cebecioğlu boynuz bulabileceğini bildiriyor, Hüseyin Maden'li atmam için ok yolluyor hiçbir şey yapamayan ise teşvik ve takdirlerini belirtiyordu. Kendisini bana asistan ilan eden makine mühendisi Süleyman Ulaşoğlu için akasyadan bir yay yapıyor ama ölçüyü kaçırdığımız için “kepaze” olarak düşündüğümüz yay bizi kepaze ediyordu. O yayı Çamlıbel’ de Metin Orhan’ ın ve Hilmi Ariç’ in (sonradan Türkiye nin ilk atlı okçusu olacaktır) katılımıyla yaptığımız menzil atışlarında denediğimizde yayın Kore’den gelen sentetik Samick lerden hiç te aşağı kalmadığını gözlemledik. Şimdi bu yay Sivas’ ta Hilmi Ariç’in menzil kemankeşi olarak yetiştirdiği bir pehlivan tarafından kullanılıyor. O etkinlikte tanıştığımız Hilmi ile sonradan türk okçuluğu ve yeniden geliştirilmesi için sık sık bir araya gelecek ve kafa yoracaktık. Hilmi kardeşimizi Metin Orhan keşfetmiş ok atmayı öğretmiş hatta at üzerinde ok attırarak türk atlı okçuluğunun temellerinin atılmasına vesile olmuştu. Maalesef Süleyman Ulaşoğlu daha sonra benim tavsiyemle modern okçuluk antrönörü olup kendini sporcu yetiştirmeye adayarak sessiz sedasız geleneksel okçuluk camiasından çekildi.


Koreli’nin hemen arkasından yaptığım “Selcen Hatun” ufak bir asimetri kusuru ile tamamlanmıştı. Diğerleri gibi bu yayı da iki aylık bekleme süresinden sonra açmıştım. Bu yay da anlayanmadığım bir nedenle iki ay sonra kırılınca moralim cidden bozulmuştu. Muayenehanemi kapattığım için atölyeyi sanayi çarşısında bir yere taşımıştım. İşle çok kötüye gitmiş yazın korkunç sıcak, kışın çok soğuk olan bu yer nedeniyle çalışmalarım bir yıla yakın süreyle durmuştu


Bir yıl sonra bodrum katında atölyesi olan yeni evime taşındım. Son kırılan yay moralimi bozmuştu. Daha rahat bir yay yaparak moral bulmalıydım. Hilmi Ariç ile uzun zamandır selçuklu dönemi yaylarının nasıl olduğu konusunda fikir teati ediyorduk. Sonuçta onun bulduğu bir minyatür üzerinden yola çıkarak yeni bir yay yaptım. Yay gayet rahat atımlı olmuştu. İlerde kuracağımız bir bayan takımında kullanırız diye siniri iki kat ve boynuzu ince döşedik. Yayda biraz Moğol havası olmakla beraber özgün bir şey olmuştu. Gerçek Selçuklu yayı bir gün bir kazıdan çıkıp gelene kadar bu yayı Selçuklu olarak adlandırmaya karar verdim. Sonradan yapım hatası nedeniyle, meremmet etmeme rağmen halen hedef atışı ve eğitim amaçlı uzun süre kullandık. İlk fırsatta daha iyisini yapmayı planlıyorum.
Bir gün Metin Orhan elinde Kani Efendi’nin Telhis-i Risale-i Rumat’ ı ile çıkageldi. Kendisini bu işe veren tam bir kemanger hamisi güzel insan. Zamanın müze müdürü güzel insan Ekrem Anaç yay yapımı ile ilg,ili olan kısmı benim için tercüme etti.

Kitaptan çok faydalanmakla beraber yay işinden hiç anlamayan birinin gözlemiyle yazılmış olduğunu düşündüren hatalar vardı. Kitabın tamamının tercümesi için tarihçi bir arkadaşa teslim ettim. İki yılı geçti hala haber yok.



Selçuklu’dan sonra işler yine yolunda gitmedi. Akçaağaç yokluğu nedeniyle Ankara’lı bir keresteciden aldığım ve onun Rus Aağacı olduğunu iddia ettiği bir ağacı kabza olarak kullandığım bir yay halka yaparken kabza dibinden, bir diğer yayım daha tepeliğe alırken sal ortasından kırıldı. Otopside boynuzu düzeltirken yaktığımı fark ettim. Bunların hemen ardından 6 ay beklettiğim çok iddialı bir yayımın boynuzu da tepeliğe alırken delamine oldu. Tüm bu boynuzlar yerli hayvanların eğri büğrü boynuzlarından binbir zorlukla düzeltip kullandığım boynuzlardı. Muhtemelen düzeltirken yakmıştım. Sonuçta çok kaliteli olmadıkca yerli boynuz kullanmamaya kara verdim. Delamine olan boynuzu 1 mm ye kadar düşürüp yayı kurdum. Çok şirin bir şey olmuştu. Hatta bir arkadaş “cebine koy git” demişti. Ama yay beklediğim performansı göstermedi. Yaklaşık 3 yıl boyunca türk yayının yapımını yabancılardan öğrenme fikrinin beni rahatsız etmesi nedeniyle Adam K. Ya bir şey sormamıştım. Bu yay nedeniyle ilk kez danıştım. O da benden yazacağı kitap için önceden çekip ATARN a yolladığım yay tomoğrafilerini istedi. Böylece kendisiyle uzun zaman devam etmesini temenni ettiğim bir diyalog başlatmış olduk. Ondan aldığım fikirle yayın tüm sinirini söküp tekrar sinir ve boynuz vurdum. Şimdi halkasında bir yıllık uykusunda.



Yaklaşık bir yıl önce Metin Orhan ın teşviki ile ebay dan bir türk yayı aldım. İlk açık arttırmaya birlikte katılmış ve yayı 1350 dolara birine kaptırmıştık. Telefonun öbür ucundan Metin Hoca arttırmada isteksiz davrandım diye çok kızmış ve yayın gittiğine çok yanmıştı. O kadar kızdı ki yanında olsam telefon kablosunu boynuma dolar ve asil kanım zayii olmasın diye beni kan dökmeden boğardı. Ama yay dönüp dolaşıp daha ucuz bir fiyata elime geçti. Onu da tomoğrafiye soktum. Hızımı alamayıp derisini de kaldırarak eski teknikler konusunda hayli fikir sahibi oldum. Bundan böyle yaylarıma onu model alacağım. Son olarak sentetik yaylara alternatif olup olmayacağını merak edip bir tane boynuzsuz yay yaptım. Boynuzsuz yayı Sivas’a Hilmi’ ye verdim. Bir yıl kadar kullandıktan sonra yay kırıldı. Sivaslılar kolay çekildiği için yaya “Celibon” adını vermişlerdi.


2008'in Eylül ayında katıldığım Kore Dünya Geleneksel Okçuluk Festivalinde tanıştığım Bede Dwyer’ ın elinde Adam Karpowicz'in yapmış olduğu bir puta yayı gördüm. Yay, yarışmalarda kullanmak için çok kuvvetli idi. Sahibinden öğrendiğim kadarıyla kirişlendikten sonra burkulmaması için özen gösterilmesi gerekiyordu. Bu nedenle kendim veya ilerde Kore benzeri yarışmalara katılmak isteyenler için çekiş ağırlığı en fazla 25-30 kg olan hızlı yaylara ihtiyaç olacağını düşünerek ilk fırsatta bu iş için uygun olacağını tahmin ettiğim Kırım-Tatar yayını da diriltmeye karar verdim.


Bu üç yılın sonunda elimde çalışan 3 , halkada bir yayım vardı. Sekiz yay denemesinin 5 ini başarmış ikisini yaparken ikisini kullanırken kırmıştım. Üç yıldır elimde hiç ciddi bir türk yayı yok ama sekiz yaylık bir bilgi birikimi var. Yanlış ağaç seçimi ve kötü boynuz yüzünden kırılan son iki yay tamamen elimdeki eski yayın kopyaları idi. Bu nedenle kemanger adaylığımın bundan sonraki kısmı için bazı kararlar aldım.
Birincisi ithal boynuz kullanmak. Paraya kıyıp gayet kalın manda boynuzları getirttim ve yay yapmaya başladım.

NECMETTİN’İN GELİŞİ
Atölyede çalışırken Kemankeş teki arkadaşlara göndermek amacıyla yay yapımı hakkında özet bilgi veren basit bir video çekimi yapmış ve Metin Ateş’e göndermiştim. Metin onu youtube a yerleştirince çok ilgi gördü. Bu nedenle devam mahiyetinde çekimler yaptım. Bir anda ünlü olmuştum. Telefonlar ve e postalar ile yay yapmak isteyenler oluyordu. Bir gün evin kapısı çalındı. Kapıda hiç tanımadığım biri vardı. “Hocam” dedi. “Ben Necmettin Çınar, Tokat’lıyım yay yapmayı öğrenmek istiyorum”. O zaman kadar gelen gidenlrin hiçbiri yay yapacak azmi göstermediğinden başlangıçta Necmettin’i vazgeçer diye biraz oyaladım. Ama Necmettin yılmadığı gibi bir de elinde kocaman bir boynuzla tekrar geldi. Kararlılığını ortaya koymuştu. Bu nedenle çırak olmaya hak kazanmıştı. Ancak ortada bir sorun vardı. O zamana kadar ben kendimi “Tokat’lı merhum kavsinin çırağı” olarak adlandırıyordum. Bir çırağın çırağı olmazdı. Bu sebeple Necmettin ilk yayını yapınca kendimi kalfalığa terfi ettirmeye kara verdim. Bir ustamız olmadığı için maalesef bir tören de yapamayacaktık.
Necmettin’ in gelmesiyle biraz hızlandık. İnternetten bana yay yapımı için ulaşan kişi sayısının artması ve mesaj trafiğinin Kemankeş grubunda aşırı yüklenmeye sebep olması nedeniyle tüm kavsi adayları ayrılarak kavsi.yahoogroups.com çatısı altına toplandık. Kısa bir toparlanma evresi ardından Necmettin ilk yayını yaptı ve ben de kendimi kalfa ilan ettim.
Necmettin in gelmesinin ardından bir menzil yayı denemesini başarıyla açtık. Necmettin iyi bir havada bu yayla 25 gramlık bir oku uygun bir rüzgarla 300 metre attı. Bu mesafeyi Tokat rekoru olarak kayda geçtik.

Menzil I adını verdiğim bu yayda menzil yayında olması gerektiğini düşündüğüm özellikleri yay üzerine uygulamaya çalıştım. Açtığımda benim çekebileceğimden çok daha kuvvetli olan yayı boynuzları 1 mm ye kadar incelterek ancak çekilir hale getirebildim. Arasıra ok atmak isteyen meraklılar çıkıyordu. Elimizdeki yaylar temel atış tekniğini oturtmaları için çok kuvvetli olduğundan bir kepaze yayına ihtiyaç vardı. Önceden başlayıp yarım bıraktığım bir çalışmayı Necmettin’e devredip tamamlattım. Böylelikle “su kepazesi” yeniden doğdu.
Menzil I i yaptığım kalıpları daha sonradan değiştirmiş yuvarlak kasan yerine daha düz bir kasan yapacak kalıba geçmiştim. Ancak bu değişikliğe kadar iki yay daha aynı yuvarlak kasanlı kalıptan çıkmıştı. Yeni kalıptan çıkan ilk yayımı tirkeş yayı formunda yapmıştım. Salın bir tarafındaki boynuz kusuru nedeniyle meremmet ettiğim için adını “Meremmetli Tirkeş” koydum.




Dört yılın sonunda gerek Türk yayı gerekse hornbow yapımının ana ilkelerini ancak kavrayabilmiş durumdayım. Bundan sonraki hedefim menzil atabilecek insanlar bulup yetiştirmek ve onların kullanmaları için menzil yayları yapmak olacak. Yaklaşık bir yıl önce diğer yay meraklıları ile birlikte "Kavsi" adı altında bir yahoo yazı yazışma grubu kurduk. Sanırım birkaç yıl içerisinde Türkiye'de yay yapımcısı sayısı bu sanatın bir daha unutulmamasını sağlayacak sayıya erişecektir.

Etiketler: , , , , ,